Bu Blogda Ara

Sayfalar

29 Mart 2017 Çarşamba

Rum güzeli Refika hâlâ yaşıyor!

Ege kıyılarında emeklilik hayalleri kuran dört arkadaş eski bir Rum köyü olan Adatepe'de ev alarak başlamış işe. Sonra zeytinlik, ardından da geleneksel yöntemle zeytinyağı elde edebilecekleri bir fabrika sahibi olan dört arkadaş Türkiye'nin ilk zeytinyağı müzesini de burada kurmuş.

Türkler arasındaki takma adı Refika'ydı. Kimse gerçek adını bilmiyordu Adatepeli bu Rum güzelinin. Köyün hem Türkleri hem de Rumları çok severlermiş Refika'yı. Güzelliğinin yanı sıra çok neşeli bir kızmış. Düğünlerde şarkı söyler, çok da güzel dans edermiş. Yalnızca Adatepe'de değil, Refika'nın güzelliği ve iyilikseverliği çevre köylerde de dillere destanmış. Zeytin zamanı Refika'nın çalıştığı tarlalarda köylüler
hem zeytin toplar hem de Refika'nın şarkılarını dinlermiş. Düğünlerde mutlaka Refika başmisafir olarak çağırılır, şarkı söyletilir, dans ettirilirmiş.

Büyük çoğunluğu Hıristiyan olan Adatepe Köyü'nde Türklerle Rumlar yıllarca barış içinde bir arada yaşamış. Ama Birinci Dünya Savaşı tüm Anadolu'ya olduğu gibi Adatepe'ye de felaketler getirmiş. İki halk arasında başlayan soğukluk giderek karşılıklı çatışmaya dönüşmüş. Yaşanan tüm kargaşaya rağmen Refika'yı yine de Türkler çok sevmeye devam etmişler.

Savaştan sonra Türk ve Yunan hükümetleri karşılıklı nüfus değişimine karar verince Refika da mübadeleyle Yunanistan'a giden Anadolu Rumlarından olmuş.

Ayrılışı Türkler arasında büyük üzüntüye yol açmış. O gittikten sonra bile adına türküler yakılmış ve her fırsatta, özellikle düğünlerde onun türküsü okunup onun adına danslar edilmiş. Bu gelenek Adatepe Köyü'nde hâlâ sürüyor. "Refika'nın efsanevi öyküsünü biz köyün en yaşlısı olan ve maalesef kaybettiğimiz Abdi amcadan dinledik. Daha sonra Sakız Adası'na yerleştiği ve Yunanistan'ın ilk güzellik kraliçesi seçildiği yönünde efsaneler anlatılan Refika'nın izini bulmak için Sakız Adası'na gittik. Kendisine ait herhangi bir ipucu bulamadık. Ne var ki tesadüfen bir antikacıda bulduğumuz resimdeki kızın güzelliği ve yüzündeki ifade bizi derinden etkiledi. 'Bu kesinlikle Refika olmalı' diyerek resmi alıp köye getirdik. Adatepe'nin yaşlılarına resmin Refika'ya ait olabileceğini söylediğimizde gözyaşlarını tutamayıp heyacanla 'Evet! Bu o' dediler. Biz de çağlar boyu insanlara güzellik ve sağlık veren doğal Adatepe Zeytinyağları'nın alameti farikası olarak Refika'nın resmini etiketimizde ölümsüzleştirmeye karar verdik."

İşte böyle anlatıyor Erhan Şengel, Haluk Yurtkuran, Mahmut Boynudelik ve Müfit Erkarakaş, Çanakkale'den Ayvalık'a inerken Küçükkuyu'da, yol üzerindeki zeytinyağı fabrikalarının kapısında fotoğrafı asılı duran güzel Rum kızının öyküsünü.

Erhan Şengel, gazetecilik fakültesi mezunu, büyük ajanslarda çalışmış bir reklamcı. Mahmut Boynudelik siyasal bilimler mezunu. Turist rehberliği ve tur operatörlüğü yapmış. Haluk Yurtkuran da siyasal bilimleri bitirmiş. Rehberlik, seyahat acentesi yöneticiliği, turizm işletmeciliği yapmış, Boğaziçi Üniversitesi'nde dersler vermiş. Müfit Erkarakaş da siyasal bilimler mezunu. İşletmecilik yapıyor.

'Kutsal meyve'nin peşinde

Ancak onların İstanbul'dan Ankara'dan gelip Kazdağı eteklerinde bir köye yerleşmeleri, Adatepe'de bir butik otel, bir zeytinyağı fabrikası kurmaları ve Türkiye'nin ilk zeytinyağı müzesini yaratmalarının öyküsü de Refika'nın öyküsü kadar ilginç.

"1993 yılının yağmurlu ve kasvetli bir şubat günü, köye ilk ziyaretimizde aslında bir arayış içindeydik. Bizi stresli kent yaşamından kurtaracak, keyifli bir emeklilik yaşamı sunacak yer arayışı bizi Kazdağları'nın güney yamaçlarındaki tarihi ve metruk evlerle dolu Adatepe Köyü'ne getirmişti. Havanın kasvetine rağmen köy, ilk görüşte aradığımızı bulduğumuzu müjdeliyordu. İlk günden beğenip aldığımız evlerin restore ediliş süreci zorlu fakat heyecan vericiydi. Farkında olmadan komünal bir emeklilik yaşamının temellerini atıyorduk. Bu yaşamı köyün yerlileriyle de paylaşmak için mümkün olduğu kadar onların sohbetlerine katılıyor; kültürlerini, yaşamlarını ve mutfaklarını öğrenmek için düğünlerine gidiyor, evlerine misafir olup onları da kendi evlerimize davet ediyorduk."

İşte bu süreçte 'kutsal meyve' zeytine ilgileri artar. Müthiş bir keyif almaya başlarlar zeytin ağacının bakımı, budanması, gübrelenmesi, hasadı, işlenmesi ve 'suyunun sıkılması' yani yağının çıkarılmasıyla ilgili anlatılanlardan. Bunun sonucu olarak da parça parça zeytinlik almaya başlarlar. Köylülerle sohbetlerinden taş değirmenlerde ezilen ve preslenen, su vermeden sıkılan zeytinyağının en iyi zeytinyağı olduğunu öğrenirler. Böylece topladıkları zeytinleri çevredeki fabrikalara sıktırmalarıyla elde ettikleri zeytinyağının neden istenilen kalitede olmadığını anlarlar.

"Nasıl bir emeklilik rüyası ise, geleneksel tarzda üretim yapan tarihi bir fabrika alıp köylülere iyi bir zeytinyağının nasıl üretildiğini ispat etmeye kadar sürüklemişti bizi. Üstelik onların küçümseyici tavırlarını da hesaba katıp başarılı olmak için canımızı dişimize takmalıydık. Aksi takdirde yerel zeytinyağı aristokrasisi nezdinde bir kentli fantezisinin daha hüsrana uğraması kaçınılmaz olacaktı. Neyse ki o kutsalNeyse ki o kutsal meyve bizleri utandırmadı."

Adatepe Zeytinyağları

Geleneksel üretim tarzına uygun bir fabrika kurmuş dört ortak. Adatepe Zeytinyağları olarak bir marka yaratmışlar. Zeytin ezmesinden sabuna kadar yan ürünleri de eklemişler üretimlerine. Köylüler de örnek almaya başlamış onları. Gerekli bakım ve üretim şartlarını gözetmeye başlamışlar. Hatta saklama ve kendi çaplarında markalaşma için hijyenik ve naif ambalajlama girişimlerine yardımcı olmalarını istemişler. Fabrikanın üst katını da müzeye dönüştürmüşler. Eski baskı aletlerinden saklama kaplarına kadar zeytinyağıyla ilgili tüm süreçlerin görülebileceği bir müze yaratmışlar. Bu, aynı zamanda Türkiye'nin hem ilk hem de henüz tek zeytinyağı müzesi olmuş.

Bu dört eski arkadaşın kendilerine kurdukları dünyaya tanıklık etmek için çıktığımız yolculukta ilk durak Küçükkuyu'daki fabrika oluyor. Bakla keşkekten ısırgan çırpmaya kadar yerel lezzetlerle donatılmış bir sofrada buluyoruz kendimizi. Zeytinyağı da hemen yanımızdaki binadan taze taze üretilip geliyor. Bina 50 yıllık. Sabunhane olarak yapılmış. Şimdi alt katında zeytinler sıkılıyor. Üst katı da müze. Akşam köyde kalınacak. Küçükkuyu'dan üç kilometre tırmanıyoruz Kazdağları'nın eteklerine. Köy gerçekten muhteşem. Eski taş evlerin çoğu onarılmış. Her biri ayrı güzellikte. Bu arada bir taş ev gösteriyorlar "Bu Orhan Pamuk'unmuş. Ama hiç geldiğini gören olmamış" diye.

Ertesi gün zeytinliklerdeyiz. Erkekler ellerinde uzun sırıklarla zeytinleri düşürüyor. Kadınlar da topluyor. Erkeklerin yevmiyesi 20-25 YTL. Toplayıcı kadınlar 15 YTL alıyor. "Öldük, bittik" diyor köylüler durumlarını anlatırken. "Bir koyun 300 YTL'ydi üç yıl önce. Şimdi 80 YTL. Peynir üç yıl evvel 3 YTL'ydi, yine 3 YTL." Daha önce DYP'ye oy vermiş çoğu. Kiminin aklı yine DYP'de. Kimi "Genç Parti" diyor. "Bu sefer gerçek hırsızı seçeceğiz" diye açıklıyor siyasi görüşünü bir başkası. 'Ya Baykal' sorusunu da "Biz MHP'ye oy vermeyiz" diye yanıtlıyorlar.

Küçükkuyu'dan ayrılırken insanın aklı Adatepe'nin taş evlerinde, zeytinde, zeytinyağında kalıyor. Bir de Refika'da. Mübadeleyle Adatepe'nin Rum güzeli Refika'sı şimdi bir fabrikanın kapısında, bir zeytinyağı şişesinin, bir sabun kalıbının üzerindeki fotoğrafıyla anayurduna dönmüş, doğup büyüdüğü topraklarda yaşamayı sürdürüyor...



CELAL BAŞLANGIÇ
Radikal , 25 Aralık 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blog Arşivi